San Mişelin kitabı ile meşhur İsveçli Doktor Ax Munde Capri’deki evinin duvarlarına vakitle kendi başarı formülünü şöyle yazdırmıştı:
Bilmek, istemek, cüret etmek ve susmak Einstein’ın formülü biraz başkadır.
Çalış, oyna ve dilini tut!
Dost kazanmak sanatı kitabı ile ün salan Dale Carnegie’de başarının sırrı, İnsanlarla geçinmesini bilmek ve onları idare edebilmektir, derdi.
Hayat bir matematik formülü ile ifade edilecek kadar basit olmadığı için her başarı kazanmış insanın kendine göre bir formülü, bir düşüncesi vardır. Birinci Dünya Savaşının kaptanı Fransız Başvekili Clemançeau başarısının sebebini şu cümle ile izah ederdi:
«Başımı tararken saçlarımdan başka bir şey düşünmem.> Ampulü bulan ve teknik sahada insanlığa buluşları ile en çok iyilik etmiş olan meşhur Edison bu başarılı buluşlarının «Yüzde doksanı ter, yüzde onun ilham» olduğunu söylerdi.
Bütün bu söz ve düşünceleri ilk bakışta bir ortak paydada toplamak güç görünür, halbuki ister doğrudan doğruya söylenmiş olsun, ister söylenmesin başarıya varmanın birinci basamağı bilmektir. Bu ister teknik alanda olsun, ister sosyal alanda olsun o işle ilgili bütün bilgilere sahip olmak demektir. Yalnız meselenin püf noktası, bir şeyi bildiğimizi söylediğimiz zaman hakikaten o bilgiyi kullanacak kadar ona sahip olup olmadığımızdır.
Bundan on beş yıl kadar önce yabancı uzmanlar memleketimizde iş metotlarının islâh etmek üzere ilgili mühendis ve ustabaşılardan teşekkül eden bir gruba bir kurs veriyorlardı. Kursta ele alınan konular İstihsal mühendisliği veya daha sonraki adile Metot mühendisliği (hatta bugün sevki idare mühendisliği de denmektedire ismi altında toplanıyordu. Bu sahada uzun tecrübeleri olan yaşlı bir uzmana anlattıkları bittikten sonra genç bir mühendis şöyle dedi:
-Sizi büyük bir dikkatle dinledim, fakat özür dileyerek şu nu söylemek zorundayım ki, bütün bunlar bizim mühendis okullarında gördüğümüz konular ve bilgilerdir. Halbuki biz çok başka şeyler bekliyorduk.
İhtiyar uzman gülümsedi ve
-Çok haklısınız, dedi, siz benim size Einstein’ın yeni teorilerinden mi bahsedeceğimi zannetmiştiniz. Benim söylediklerimi mühendis okulundan çıkmış her mühendis bilir. Yalnız ben şu ana kadar gördüğüm atelye ve fabrikalarınızda sizin bu bilgileri bildiğinizin en ufak bir emaresini göremedim de.. İhtiyar uzmanın sözleri hâlâ kulağımdadır. Bilmek demek herhangi bir malumatın şu mektep sırasında öğretilmesi veya falan kitaplık rafındaki kalın kitabın içerisinde, hatta bir masal gibi kafamızın bir tarafında bulunması demek değildir. Hakikiyle bilmek, yeni bir fikri uygul mak,, ondan faydalanmak, ondan meyve ve sonuç almak demektir. Bu nokta çok önemlidir. Hayatta başarıya götüren bilgi nazari olarak başlayan, fakat sonunda ameli olarak kullanılabilen bilgidir.
Hayatta birçok insanlara rasgelirsiniz, bir şeyi bildiklerine inanmışlardır, ansiklopedik bilgiye de sahiptirler, fakat bir şeyi pratik olarak yapıp netice alamazlar. Çünkü bilgileri sırf nazaridir. Kâfi değildir. Yahut ta başlamak cesaretini ve bitirmek azim ve sebatını gösteremezler. Bir İngiliz atasözü başarıya varmak için dene, dene ve gene dene der. Meşhur kutup seyyahı Amiral Perry’nin küçük torunu bir gün büyük annesine,
Büyük anne der, ben aya gitmek istiyorum. Acaba gidebilir miyim?
Şu anda büyük annenin cevabını okumadan kendinizi onun yerine koyun ve ne cevap vereceğinizi bir düşünün. Bu üzerinde uzun zaman düşüneceğimiz ve unutamayacağınız bir test olacaktır. Şimdi bakın bir büyük kadın küçük torununa nasıl cevap vermiştir:
Eğer istediğin şeyi hakikaten candan istiyorsan, onun hakkındaki bütün bilgileri bıkmadan, yılmadan ve yorulmadan öğrenebilmeği başarabilirsen, ve sonra bunları uygulamak için bütün kuvvet arzu ve cesaretini sarf edebilirsen senin dünyada yapamayacağın hiç bir şey yoktur.
Zamanımızın en ünlü psikologlarından William James’ten başarının bir tek kelime ile tarifini istemişler, çok güç bir şey, demiş, fakat mademki, ısrar ediyorsunuz, söyleyeyim :
«Cesaret!»
Bununla başarının son basamağına gelmiş olduk, o da hata yapmaktan, başkalarının bizi yanlış anlamasından korkmamak, Eğitim sistemimizi inceleyen yabancılar bizim zekânın, şahsi teşebbüsün ve düşüncenin gelişmesinden fazla hafızaya dayanan bilgilere önem verdiğimiz kanısındadırlar.
iş hayatımızı inceleyen yabancılar da hata yapmak korkusunun Demostokles’in Kılıcı gibi her idarecinin başı üstünde bulunduğu ve yüzden işlerin yapılamadığını veya çok yavaş gittiğini iddia ederler.
Uzun zaman Türkiye’de önemli görevlerde bulunmuş bir ya bancı uzman da mevzuatta cezai müeyyidelerin çokluğu nispetinde amirlerin karar verme kabiliyetleri azalır, demişti.
Şu hâlde bir kere toplum olarak başarıya varabilmek için yapacağımız şeyleri hakikaten bildiğimize kani olmalıyız. Bilmediğimizi kabul etmek çok büyük bir fazilettir, eskiler «kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz» derlerdi. Çünkü onu bir kere kabul ettik mi, gittikçe ufalmakta olan bugünkü dünyamızda herhangi bir yerde, herhangi bir kimse onu bizden daha iyi bilmektedir ve biz tevazu ile onun önünde eğilerek, istediğimiz şeyi ondan öğrenebiliriz.
Bundan sonra tatbikat gelir. Yapmak gelir. Hata yapmaktan korkmamak gelir. Yalnız bunu cemiyetçe kabul etmemiz lazımdır. Çünkü hiçbir iş yapmayan hiç hata yapmaz. Cemiyetleri yükselten insanlar, hata yapan fakat hatalarından dönecek kadar şahsiyet sahibi olan ve onları bir daha yapmayacak kadar da sağ duyusu olan kimselerdir.
İş yapan insanları teşvik edici bir ortam yaratmak için insanlar hakkında hüküm verirken, yalnız hatalarını değil, yaptıkları işleri de göz önünde tutmağa alışmalıyız, çünkü Allah bile onlar hakkında hükmünü bütün bir ömrün muhasebesini yaptıktan sonra veriyor.
Nüvit Osmay